Evet her şey para değil . Elbette parasız iş olmaz. İşler yürümez. Fakat paranın da bazen problemlere çözüm olmadığını, her şeyin para ile hal edilmediğini çözüm getirmediğini, bazı problemlere çözüm üretmediğini müşahede ediyoruz.
Mesela ; Para ölüme çare olmadığını , bazen hüzünlere, elemlere ve ağlamamaya çare olmadığını, bazı yaşadığımız sıkıntılara ,ruhi bunalımlara çözüm getirmediğini, psikolojik hastalıklara deva olmadığını yaşanan tecrübelerle sabittir. Paranın Nice hastalıklara , dertlere, çare olmadığını görüyoruz…Tedavinin de parasız olamayacağı bilinen bir gerçektir.
Elbette ki yaşadığımız sürece bu dünyada para lazım. Ekmek, su, ev , barınma, yaşam gereksinmelerimiz için para -pula İhtiyaç var. Fakata paranın bazı ruhi sıkıntılara, bunalımlara manevi sıkıntılara çare olmadığını ifade etmek isterim.. Paranın bizi manevi yönden geri bırakmaması lazım. Manevi dünyamızın imarı, huzuru için din duygusu olması , dini boyutu unutmamak gerekir. Dünyanın metaının ve paranın, ekonominin maneviyata engel olmamalı. Maneviyat ön planımız olmalı.
‘’ Her ümmetin bir fitnesi vardır, benim ümmetimin de fitnesi dünya sevgisidir.’’ Dünya ahret için engel olmaması lazım. Dünya sevgisi insanı ahret yoksunu yapmamalı. Mal, servet, evlat Müslüman’ı Allah’ın zikrinden alıkoymaması gerekiyor. Dünyada yaşamak için, dünyanın mutluluğu için elbette para ve mal lazım. Üretmek, terakki etmek,gelişmek başkasına muhtaç olmamak lazım. Fakirliği, tembelliği, zillet içinde yaşamayı yenmeliyiz. Bunu yaparken asla maneviyattan geri durmamalıyız.
Ne yazık ki günümüzde dünya menfaati, dünya sevgisi, mal tutkusu maneviyat için en büyük engel olmuştur. Bütün çalışmalarımız, gayret ve çabalarımız ne yazık ki, dünyaya yönelik olmuştur. Bu kadar kavgalar, çekişmeler, savaşlar, kan dökmeler,fitneler dünya menfaati saltanat sürdürmek üzere cereyan ediyor.
Biz insanoğlu sadece dünya için yaratılmamışız ki, bütün mesaimizi ona harcıyoruz. Gece gündüz demeden çetin hayat şartlarını göğüsleyerek bu yolda gayret edildiğini müşahede ediyoruz. Oysa bu dünya ebedi değil, muvakkaten gelmişiz. Bu dünyada birer misafiriz. Yolcuyuz. Uzun bir hayat serüveninden sonra hayat ölümle noktalanıyor. Zengin- fakiri dinlemiyor. Güçlü güçsüz, demeden Bu gidişi hiçbir güç ve yetkili engellemiyor. Durduramıyor. Doktorlar, ilaç yazan ve ilaç yapan firmalar ölüm olayının önüne geçemiyor.
O halde bu gidiş bizi düşündürmeli, tefekküre sevk etmeli. Nefsin azgınlıklarına set çekmeli. Serkeşliği, başıboşluğu, vurdumduymazlığı engellemeli. adaletsizliklerimizi, ellerimizle yaptıklarımız kötülüklerin önüne geçmeli, kötülük içinde olanları uyarmalı. Ölüm en büyük nasihattir. Bizi kötülüklerden, kötü alışkanlıklardan, zulümlerden adaletsizliklerden engellemeli.
Bizler birer yaratılmış varlıklarız. Başıboş değiliz. Bir hiç için yaratılmamışız. Bizi yaratan, şekil ve biçim veren, akıl, düşünme, konuşma, anlama gibi üstün duygularla yaratan Allah, bizden bir vazife istiyor. Hiçbir şey kendi kendine yaratılmamıştır. Boşuna yaratılmamıştır. Gayesiz olamaz. Abes değildir.
Kainat dahi büyük bir nizam, intizam içinde yaratılmıştır. Güneşi bir lamba gibi yapan, enerjisi tükenmiyor, bozulmuyor, bizlere ısı ve ışık olarak hayatı bahşeden Allah, bizi yani kullarını çok seviyor.
Bu duygu ve düşüncelerle dünyayı okumak, hayatı anlamak, yaratılış gayesini bilmek, iman etmek, imanın gerektiği şekilde hayatı yaşamak, dünya tutkularına kendini kaptırmadan, aldanmadan ve aldatmadan Allah’a iltica etmek gerekiyor. Hayatı, dünyayı ve dünya servetini bu inançla okumak, hayatımıza şekil vermek lazım diye düşünüyorum. Siz değerli okuyucularımın da bu istikamette olmasını diliyorum…