Yaz mevsimin sıcaklığı tüm şiddetiyle hüküm sürüyordu. Mardin ilinin Midyat ilçesinin ana caddesinde tek başıma yürüyorum. Asfaltlı caddeleri ateş gibi, sıcaklık bu bölgede yazın 40. dereceden düşmez. Fedakar bölge insanı buna rağmen sıcaklığa aldırmadan işine koyuluyor, çalışıyor, üretiyor rızkını taştan çıkarmağa çıkarıyordu adeta.
Bu şirin ilçede, Cami ile kilise bir arada, Hristiyan ile müslüman insanlar yan yana bir arada dükkan işletiyorlar. Günü birlik işlerine koyuluyorlar günlerini geçirmeğe çalışıyorlar. Kahvehaneler emekli ve ihtiyarlarla dolu, köy munubüsleri civil civil ihtiyaçlarını almış köylerine dönme telaşındalar. İnsanlar alışverişlerini yapıyorlar, tableciler "domates, patlıcan, biber" deyerek avazları çıktığı kadar bağırıyorlar ekmek davası uğruna. İşportacılar, simit satan çocuklar, ayakkabı boyatmağa çalışan çocuklar, soğuk su satan çocuklar. Cadde ve çarşı fazla kalabalık değil geçen seneye nazaran. Geçen sene gördüğüm ve edindiğim izlenimlere göre Midyat eski Midyat değil diyorum kendi kendime. Yığın yığın insanlar, çarşı ve pazarın eski canlılığını korumuyor. Köyler boşanmış, bu şehirde ki halk büyük şehirlere göç etmiş, insanlar tedirgin olmuş, gece silah sesleri, sık sık olaylara sahne olmuş, ölme, öldürme ve insan kaçırma, tehdit, korku, bir teksas eyaleti gibi insanlar kurtuluşu kaçmakta, huzuru başka yerlerde arar hale gelmişlerdir. Çareyi göç etmekte bulmuşlar.
Tarihi camileri ile, tarihi kilisileri ile kadim bir ilçe. Şehre girince arabanız gözünüze ilk çarpan gök kubbeye yükselen cami minaresi ve kilisenin çan kuleleridir. Tarihi taş binaları, süslü desenlerle bezenmiş iki katlı evleri, bu binalarda kimler geldi, kimler geçti demeden insan edemiyor. Bu şirin cana yakın insanları ile, tarihi binaları ile, çeşitli farklılıkları bir arada yaşayan, ama hep dost ve ahbap olarak ömür geçiren insanlar insanın hep bir arada yaşamak istediği bir yer Midyat. Bu şirin yayla havasına sahip Anadolu’nun müstesna şehri maallesef bugün mahzun, boynu bükük, gönlü yaralı, kalbi kırık eski canlılığı, eski dostlukları o yaşanan kardeşlik dolu günlerini arıyor gibi geliyor bana. Yaşanan nahoş olaylar, işlenen cinayetler yüzünden bu şirin ilçemizi de kalbinden vurmuştur. Esnaf, akşama kadar cüz-i bir miktarla evine dönüyor. Satışlar durma noktasında.
Yaşı altmışlara dayanmış bir ihtiyar amcanın dükkanına giriyorum. Küçük bir alışverişten sonra, bana " Buranın yabancısı mısın.? " diyor. " Evet buralı değilim." diyorum. Amca içini açacak, konuşacak, dertleşecek birini arar gibi beni konuşturmak istiyordu. Bende aradığımı bulmuş sosyal araştırmalarımı yapacak, bilgi ve izlenimlerime katkı sağlayacak aradığımı bulmuştum. Soruyorum amcaya," İşler nasıl memnun musunuz.?" Bu soruma karşı, hayretlerini gözlerinden okuyordu adeta. İçini çekerek, sitemle, öfkeyle, birazda çekinerek," Evlat ne memnuniyeti, bölge çöküyor, ateşe verilmiş adeta." dedi. Biraz durakladıktan sonra, " Bak evlat, gördüğün gibi koca şehirde şu gördüğün ana caddede yirmi kişiyi bulamazsın. Millet kaçmış, can güvenliği olmadığından, geçim derdi de olunca çareyi göç etmekte bulmuşlar. " içini döküyordu ihtiyar amca. Tekrar soruyorum:” İşler nasıl, memnun musun.? “ İhtiyar caddeye bakıyor, derin bir iç çekerek: “ Evlat ne memnuniyeti, bölge çöküyor. Ateşe verilmiş adeta. Dedi duygu yüklü ifadelerle. Biraz durakladıktan sonra, “ Bak evlat, şu gördüğün koca şehrin yarısı İstanbul taraflarına gitmiş. Köyler boşanmış, çocuklar gurbet illerinde ırgatlık yapıyor. Bizim oğlan beş çocuğuyla gitti, okula gitmediler bu sene.” Dedi . Belli ki bakkal amcayı konuşturdukça bin ah çekerek, dert küpü olduğu konuşmalarından belli ediyordu. Bende başka izlenim elde etmek için bir başkasıyla görüşmek üzere oradan kalbi kırık olarak ayrılmıştım.
Gayri ihtiyari mahzun bir tavırla adımlarımı atıyor, mahzun bakışlarla, derin düşüncelerle, Midyat ilçesinin sokaklarını geziyorum. Gözlerimle bakıyor, çarşısını, tarihi dükkanlarını, sokaklarını adımlıyordum. Gerçektende ihtiyar amcanın dediklerine katılmamak elde değildi. Bir hristiyan kuyumcunun dükkanına giriyorum. kolay gelsin dedikten sonra. Hemen çayları söyliyor, koyu bir sohbete dalıyoruz. Soruyorum:” İşleriniz nasıl, memnun musunuz.?” “ İş yok, Midyat eski Midyat değildir. Nerede o eski dostluklar o eski samimiyet.” dedi. Yaşı altmışa dayanmış ihtiyar. Üzülmemek elde değil. Gerçekten de bölge insanı tedirgin, mahzun dün Nusaybin ilçesinde, bir önceki gün Batman’da tüm bölgeyi karış karış geziyor, insanlarla konuşuyorum. Kızıltepe, Mardin, Derik, İdil, Cizre, Bitlis, Bingöl ve Van’da gördüklerim, izlenimlerim, gözlemlerim, konuştuklarım edindiğim bilgiler.Hep bu yönde idi. Bölge ateş altında. Bölge çöküyor. Sosyal, kültürel ve ekonomik olarak bir musibete uğramıştır. Güneydoğunun makus talihine kim ve kimler sebep olmuştu. İnsanlarımız bu sıkıntıları, bu izdırapları hak etmemişti. Her gün gencecik delikanlıları kara toprağa gömüyor veya kayboluyorlar. Dul kalan genç gelinler. Öğretmen, imam ve değişik görevlerde ki memurlar bir bir öldürülüyordu. Caddenin ortasında milletin gözü önünde Allah korkusu duymadan Müslüman müslümanı vuruyor öldürebilme cüretini gösterebiliyorlardı. Bu iş intikama dönüşmüştü. Kimin ne zaman ve nerede vurulacağı belli değildi. Kimse kimseye güvenmiyor, can güvenliği hiç yoktu. Böyle bir yerde yaşamak mümkün mü.
Neden ? Niçin ? ve kimler memleketi bu hale getirmiştir. Bin yıldır beraber yaşamış, beraber istiklalini kazanmış, cephede yan yana omuz omuza vermiş, beraber şehit olmuş kader birliği yapmış bu milletin bu vahim duruma düşürenlerine beddua etmekten başka elimizden bir şey gelmiyor.
İnsanlar tedirgin, korku ve panik içinde. Çünkü ölme ve öldürme ile karşı karşıyasınız. Kanın akıtıldığı yerde huzur, barış, kardeşlik olur muydu. Gelişmenin, ilerlemenin olması mümkün müydü. Bu gazel yerde terör estirmek, bu necip milleti yok etmek terör kimden ve nereden gelirse gelsin terörle kan dökmek, kainatın en kutsal varlığını yok etmek Allah ve insanların kabul edeceği bir şey değildir.
Bu kara günlerin bir gün son bulacağın hep ümitle bekledik durduk. Çünkü her karanlık gecenin nurlu bir sabahı, her kışın bir baharı, her yokuşun bir inişi, her zorluğun bir rahatı var olduğuna inandık.
Akşama iki saat var. İdil ilçesine gitmemiz gerekir. Oradan da Cizre’ye. Münübüs durağında çay içiyoruz Müşteri bekliyoruz. Simsar saç sakalı birbirine karışmış, sigarası ağzından eksik olmayan iki de bir bağırıyor.İdil, idile diyerek müşteri toplamaya çalışıyordu. Kaldırımdaki taburaya oturuyor gelen giden insanları seyrediyorum. Yorgun, bitkin ve üzgün halimle dalıyorum maziye. Geçmişi arar bir duyguyla derin düşüncelere dalmışım. Bir ara kolum daki sata bakıyorum, karanlık basmadan bir an evvel varmak istiyordum gideceğim yere. Bekliyoruz nafile. Bu saatten sonra zor müşteri bulunur. Yol emniyeti olmadığından bu saten sonra Şırnak istikametine gece yolculuk etmek ölüme gitmek demekti. Bir tane olsun yolcu çıkmadı. Sırasını bekleyen dolmuşçu gitmekten vazgeçti. Simsara isyan edercesine, “ Bir kişi ile altmış kilometre gidemem abi. Kurtarmaz mazot parası. Yazıktır günahtır.” Diyerek dert yandı. Her saat başı bir arabanın gitmesi gerekirken, müşteri çıkmayınca gitmekten vazgeçiyorlar.
Simsar yanıma geliyor, “ Görüyorsun abi müşteri yok. Adam haklı. Bu saatten sonra zor gidilir. İlerde devriye jandarma gözetiminde konvoyla gidilir.” Dedi iyi niyetli cana yakın bir adam olduğu her halinde belli ediyordu. Bende kendi kendime” Bu gece Midyat’ın misafiriyiz her halde” dedim. Simsar “ Dört yolda otel Bağdat diye bir otel var orada gece kalırsın.” Dedi. “Burada başka otel yok mu”. Dedim. “Tek bir otel var oda Bağdat oteli” dedi simsar. İşte bölgenin gelişmişlik düzeyini en güzel şekilde belirten vaziyet bu. Otele gitmek için duraktan yarına buluşmak üzere simsarla vedalaştık.
Bütün bu sıkıntılara inat çarşı caminin minaresi gözüme ilişti. Yorgun, bitkin ve terlenmiş vücudumla akşam namazı için abdest aldım. Tarhi Midyat’ın ulu camisinin şadırvanıdan buz gibi suyundan abdetimi alıyor serinliyordum. Yorgunluğum bir çırpıda gitti. Abdest almak, namaz kılmak ruhen, bedenen ve zihnen rahatlatıyordu beni. Manevi bir haz duyuyordum. Akşam ezanı Midyat semalarında yankılanıyordu.Mubarek müezzin Bilal-i habeşiyi andırıyordu adeta. Tüm insanları saadete, huzura, mutluluğa ve manevi kardeşliğe davet ediyordu. Bir olan yüce Allah’a kulluğa davet ediyordu insanları. Kurtuluşun bunda olduğunu ilan ediyordu bütün cihana. Allah’ı tanımaya, alnını secdelere kapanmaya, gereği şekilde ibadet etmeğe, onun dergahında kul olmaya o yüce yaratıcıya iltica etmeye davet ediyordu müezzin.
İnsanlık kurtuluş istiyorsa, ülkeler huzurlu olmak istiyorsa, insanlar mutlu olmak istiyorsa Hz. Muhammet (S.A.V) in mesajına kulak verip onun istikametinde gitmesi gerekir diye düşünüyorum. Kardeşlik isteniyorsa, doğruluk, sevgi ve muhabbet isteniyorsa bu sesin o müezzinin davet ettiği sese onun mana ve önemine inanarak gereği şekilde hayatını düzenlemesi gerekir.
Kanaatimce sıkıntıların, izdirapların, bunalımların, stres ve çıkmaz yolların, kan, kin, düşmanlıkların, gözyaşlarının dinmesi ancak ilahi ahlak kuralları ve peygamberlerin tebliğ ettiği prensiplerin uygulanması ile mümkün olur. Şu hadis-i şerif bize yeter:” Müslüman müslümanın elinden ve dilinden selamette olduğu kimsedir.” diye buyurur son peygamber. Tüm insanlık bu hadis-i şerifin doğrultusunda hayatnı düzenlerse ve hareket ederse toplumun sulhu ve barışı sağlanır. Problemin çözüm yolu, nur Muhammed’in tutuşturduğu İslam meşalenin ışığı altından geçer. Hayatımızı islam’ın nuruyla tayin etmeliyiz. O nurla o ışıkla o meşaleyle yolumuza koyulmalı. Başka yollar çıkmaz yollardır.
Bağdat adlı otelin balkonundan Oturuyor, bölge hakkında konuşuyor sohbet ediyoruz. Saat dokuzu gösteriyordu. Roket atarların dehşet saçan sesleri Midyat semalarında yankılandı. Ardından silah sesleri tüm şehri kapladı. “Çatışma çıktı, yere yat” dedi otel çalışanı. Bunlar tecrübeli insanlar. Çatışma çıktığı an lambalar söndürülüyor ayakta durulmuyordu. Kurşunlara hedef olmamak için. Tüm şiddetiyle ateş açılıyor, kurşunlar otelin üzerinden, sağımızdan solumuzdan izli mermiler atılıyordu. Saat on ikiye kadar çatışma devam etti.
Sabahleyin çarşıya indiğimizde hiçbir şey olmamış gibi millet işinden, dükkanından alışverişinde idi. H