Dağ dağalı dünya hayatı kasıp kavuruyor insanı... Kış fırtınası kar, tipi ve kasırga misali bir kışı andırıyor. Kar, bora, fırtına, tipi ve yağmur misali hayat insanı zorluyor. Özellikle hastalık, ihtiyarlık, fakirlik ve bana göre yalnızlık hayatı çekilmez bir noktaya getiriyor. sıcak kanlı, heyecanlı, fikir ve aksiyon sahibi bir genç üstüne düşen her zor şeyi hal edebilirim düşünceye sahiptir. Böyle bir düşüncesine sahip genç, heyecanda , FİKİRDE, DÜŞÜNCEDE aksiyon sahibi, hayatın çetin şartları ona vız gelir. Genç iken insan daha verimli, sıcak kanlı, hayatın üstesinden gelmeye cesareti zirvede olan genç, , her şeyi ben hal ederim anlayışı onda hakim…
Ne yazık k zaman ilerledikçe, ömür tükenmeye yüz tutunca bu hayalleri bakıyorsunuz sönüveriyor. Hayatın çetin koşulları genci bir pir-fani gibi sarıp solan bir ihtiyara dönüşmüştür. Bir büküm olmuş, bastonla yürümeye mahkum etmiştir…
Zaman ilerledikçe gayri ihtiyari insanoğlu ’’ ey vah! diyor hayat bildiğimiz gibi değilmiş, hayat tersine dönmüş, o heyecan, o canlılık, o hareketlilik ne yazık ki gençliğini o yaşanan tatlı yıllarını frenleniş duraklama göstermiştir. İhtiyarlık ve sararıp solan beyazlara bürünmüş saçlar, sararıp başak vermiş, olgunlaşmış bir ekin tarlası misali biçilme haline dönüşmüştür. Yüz hatları kırışmış, bir büklüm olmuş, bastonla yürümeye mahkum olmuş bir hal almıştır.
Hayata küsmemek lazım. Hayata şartları insanı hayattan bezdirmemeli. Küstürmemeli. Hayatla barışık olmak, hayatın zor şartları olduğunu gibi güzel yönleri de var. Gençlik, evlilik, çocuk, iş, aş aile mutluluğu, insanı sevmek kendini sevmek, Hayatın manevi yönünü iman nazarı ile bakmak. Hayatı güzelleştirmek, hayata tebessümle bakmak, hayatın çetin koşullarına sabır ve metanetle dayanmak. Sabır karhamı misali olaylar karşısında sabırla bakmak, sabretmek, şükretmek, burada iman gücünü devreye koymak lazım…Bir hadiste efendimiz : ‘’ Kadere iman eden , kederlerden emin olur. ‘’ hadisi imdada yetişiyor. İnsan Yüce Allah’ın mülküdür., Mülk Allah’ındır. Malik mülkünde istediği tasarrufu yapabilir. Dolayısıyla bu can, bu vücut, bu gözler, kalp, harika organlar bizim değil. Kendi irademizle satın almamışız. Her şey böyle. Bu perspektiften hayata bakmak lazım.
Nerede o yaşanan tatlı yıllar. Rüzgar gibi geldi geçti, kafesten kuş uçmuş gibi. demeden edemiyor insan. Hayat Bitiyor. Her şeyin bir başlangıcı olduğu gibi, bir sonu da vardır. Doğumla başlayan hayat, bu hayat çocukluk, gençlik,ihtiyarlık en son ölümle noktalanıyor o güzelim hayat serüveni. ölümle dünya hayatı bitiyor. Ebedi bir hayata merhaba diyor insan. Sonsuzluk yurdu. Ebediyet yurdu.
Hayatta kalıcı eserler bırakmak lazım. Hayırla yad edilecek eserler. Arkasında hoş bir seda bırakarak gitmek. Hayırlı bir evlat veya hayırlı bir eser bırakmak, unutulmamak adına insanlara faydalı olacak eserler bırakmak. O zaman hayatın mana ve anlamı olur.
Bir anne ve baba kendini bu dünyada evlatları için hayatını feda ediyor, tabiri caizse saçını süpürge etmiş, yememiş, yedirmiş, içmemiş içirmiş gecesini gündüzüne katmış, hayatın çekilmez zor şartları altında dünya hayatları için feda etmiştir.
Hayattın gerçeği bu, realite bu. He yüz yılda bir nesil gidiyor, yeni bir nesil geliyor.,bu gidiş nereye ,? Nerden gelip, ? nereye gidiyoruz ? sorusunu kendimize soralım. Hayatın mana ve önemini bu soruların cevabındadır. İlahi öğretiler, peygamberler bu soruların cevabını insanlara öğretmek, bildirmek için gönderilmiştir. Bize düşen bu öğütlerden ders çıkarıp, geleceğimizi o ebedi gidişe hazırlanmak lazım. Dünya ve ahret saadeti burada elde edilir diye düşünüyorum…