, ümmet coğrafyamıza aynı amaç ve benzer işbirlikçilerle saldırılarını sürdürüyor olmaları, coğrafyamızın maruz kaldığı tehlikenin büyüklüğünün boyutlarını idrak etmemiz açısından ibretlik bir durumdur.
Yaklaşık sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı’nın son aylarında, 16 Mart 1988 tarihinde, Irak savaş uçakları Halepçe’ye beş saat boyunca zehirli gaz bombaları yağdırdı; çoğu kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan 5 bine yakın insan hayatını kaybetti, binlerce sivil yaralandı.
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) yayımladığı raporlara göre ölenlerin sayısı daha fazladır. Saldırıdan sonra komplikasyonlar, çeşitli hastalıklar meydana geldi, doğumlar sağlıklı neticelenemedi. Yine Dünya Sağlık Örgütü’nün açıklamalarına göre Halepçe’de günümüze kadar 43 bin 753 kişinin ölümü, 62 bin 200 kişinin sakat kalması, doğrudan kimyasal silahların etkisiyle bağlantılıdır. Bu soykırım yaşanırken, bir milyona yakın insan yerinden yurdundan ayrılmak zorunda kaldı. Türkiye, ülkesi ve milleti ile sayıları yüzbinlerle ifade edilen mazlum ve mağdur komşularına kucağını açtı. Göç İdaresi’nin rakamlarına göre bu süreçte ilk dalgada 51 bin 542 kişi, sonraki aşamada 467 bin 489 kişi Türkiye’ye sığınmıştır. Başta ABD ve AB olmak üzere, bölge ülkeleri de Orta Doğu’nun ‘Hiroşima’sı sayılacak bu katliam karşısında sessiz kalmayı tercih ettiler. 53 İslam ülkesi, ırkçı Baas rejiminin katliamını, saldırı bittikten ancak üç gün sonra toplanarak konuşabilmiş, bu toplantının da ortak tutumu ne yazık ki sessizlik olmuştur. Halepçe katliamı, Irak Yüksek Mahkemesi tarafından, daha çok konjonktürel siyasi hesaplarla ancak 1 Mart 2010’da soykırım olarak tanınabilmiştir.
Bu katliam, Hama’da, Srebrenitsa’da, Hocalı’da, Doğu Türkistan’da, Arakan’da, Filistin’de, Halep’te olduğu gibi, zalimlerin insanlara, özellikle Müslümanlara karşı ve onlar üzerinden bütün mazlumlara ne kadar acımasız olduklarını, olacaklarını göstermiştir, göstermektedir. Dün Halepçe’de olanların bir benzeri Halep’te, Doğu Guta’da Beşar Esad’ın kimyasal bomba saldırısında olmuştur, olmaya devam etmektedir. Suriye’de bir milyon insanın ölümüne sebep olan zalimler, hâlâ iktidarda tutulabilmektedir. Bu durum, insanlık vicdanının düştüğü sefaletin aşağılık seviyesini göstermektedir. Dünya hâlâ koyu bir sessizlik içinde yapılan katliamlara seyircidir. Birleşmiş Milletler gibi, katliamları önlemesi gereken kuruluşlar, Srebrenitsa’da görüldüğü üzere, katliamlara aracı olma görevi bizzat üstlenmiş gibidirler. Yeryüzü vicdanı
etkili bir evrensel hareketle ayağa kalkmadığı, mazlum kitleler örgütlü bir güç oluşturamadığı, Müslüman ülkeler birlik ve beraberlik içinde siyasi tavır alamadığı için, zalimler yaptıkları zulmün sadist zevkiyle; mazlum, yaşadığı acıların telafisi imkânsız kayıplarıyla kalmıştır, kalmaktadır.
Yaşadığımız coğrafya, neredeyse her gün bir acıyla, trajediyle anılır olmuştur. En az yüz yıldır tek gün yok ki, bir darbe, bir suikast, bir katliam, bir savaş, bir zulüm, bir göç, bir kıyamet yaşanmasın. Eşsiz zulümler, işkenceler, yıldırmalar, işgaller, tecavüzler bu topraklara neredeyse kader olarak yaşatılmaktadır.
Önemli olan, açık bir insanlık suçu olan bu kitlesel kıyım ve katliamların hesabının sorulmasıdır. Hesap sorulamadığı için evrensel odaklar ve onlardan güç alıp cesaret bulan yerli işbirlikçileri, tecavüz ve katliamlarına fütursuzca devam ediyorlar.
Eğitim-Bir-Sen olarak, vicdanımızda ve hafızamızda yakıcı, öldürücü etkisiyle tüm canlılığını koruyan Halepçe katliamını lanetliyor, yeryüzünde işlenen tüm insanlık suçlarını telin ediyoruz. Barış ve kardeşlik ikliminin tüm yeryüzü coğrafyasını sarması için yaşanan acıları unutmayacak, unutturmayacak, bu uyanış, direniş ve diriliş mücadelemizi nesillere aktarmaya devam edeceğ