“Dahili ve harici bedhahların memleketi dört bir yandan kuşattığı ve milletin yoklukla terbiye edileceğini sandığı bir dönemde kutlu bir mücadeleyi bir zafer destanına dönüştüren bu aziz millet, elbette hiçbir zaman karşısındaki gücün tankına, tüfeğine, uçağına aldırış etmeyecektir” diyen Rektör Demir, “Ölmez bu vatan farz-ı muhal ölse de hatta, Çekmez cismi kürenin sırtı o tabut-ı cesimi. Bu milletin ruhuna hürriyet nakşedilmiştir. O nakış bu milletin bünyesinden silinmez.” dedi.
Çanakkele’den Milli Mücadelemize uzanan süreç ve sonrasında yazılan İstiklâl Marşı’mızda bayrağımızın ruh halinden ve duruşundan bir milletin İstiklâl ihtiyacı ortaya konulduğunu ifade eden Rektör Demir, “Düşmanın ne kadar gücü varsa milletin de o kadar imanı vardır. Vatanı korumak ve ayaklar altında ezdirmemek için gövdeler, zulmün makinelerine siper olmuştur.” Dedi.
Rektör Demir konuşmasını söyle sürdürdü:
“Milletimiz 15 Temmuz’da da gövdesini siper ederek yeni bir hayasızca akını durdurmuştur. Din kisvesi altında örgütlenenen FETÖ terör örgütünün “yeni nesil” bir taşeron olarak kullanıldığı 15 Temmuz’da milletimiz bütün mazisini anımsamış ve yeniden o ruhunu diriltmiştir.
Çanakkale’deki, Kurtuluş Savaşı’ndaki mücadele gibi 15 Temmuz’da da defalarca Haçlıları yenen ve püskürten Selahaddin Eyyubî’nin bile torunlarına hayran kaldığını biz de Mehmed Âkif gibi rahatlıkla dile getirebiliriz:
“Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn´i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...”
Milletin içinden öyle bir kahraman çıkar ki bütün geleceğimizi tayin eder. Dönüp tarihimize baktığımızda geçmişin şanlı silsilesi için sayısız kahraman yetiştirmişiz. Bazen tek bir kahraman bile aziz milletimizin ebet müddet devam edecek olan varlığını tayininde rol almıştır. Sultan Alparslanlar, Kılıçarslanlar, Ertuğrul Gaziler, Fatihler, Selimler tarih sahnesine çıkmasaydı nerede olacağımızı sorduğumuzda tarih sahnesine adını altın harflerle kazıyan kahramanlarımıza bir kez daha minnet borcumuzu hatırlar ve hatırlatırız. Şanlı 15 Temmuz’da böyle kahramanlar tekraren tarih sahnesindeki yerlerini almış ve milletimizin hürriyet ve bağımsızlığı uğruna canlarını armağan ederek yeni bir yol çizmişlerdir.
Onlar, vatan ve istiklâl gibi yüce değerler uğruna ölüme bir bayrama gidercesine, bir gül bahçesine girercesine koşarak atılırlar. Milletimizin bu ruh iklimini, Mehmed Âkif, şiirinde âdeta abideleştirmiştir:
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi…
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.
Toprağın altında sıra dağlar gibi duran şehitlerimiz, aziz vatanımızı her saldırıya karşı âdeta o mübarek bedenleriyle set çekercesine korumuş ve korumaya devam etmektedir.
Milletimizin bütün özgürlük mücadelelerinde “uhrevî bir koku” vardır. Ben de Mehmed Âkif’in milletimiz için söylediklerini 15 Temmuz şehitlerine ithaf etmek isterim:
“Bir gazâ etdin ki hoşnûd eyledin peygamberi”
Bu milletin her İstiklâl mücadelesinde tarihi şahsiyetler kadar peygamber de hoşnut olmuştur. Ve şöyle devam ediyor sözlerine Milli Şairimiz Mehmed Âkif:
“Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.”
Bu aziz milletin her istiklâl mücadelesinde, bilimsel hakikatleri aşan ve onların üstünde yer alan bir direniş ruhu ortaya konulmuştur. Maddi unsurlarla bu milletin abidevi maneviyatının yenileceğini sananlar gaflet, dalalet hatta hıyanet içindedirler. Bütün tarih boyunca, savaş meydanlarında en çok kayıp verdiği anda en büyük hücuma geçtiği bütün yabancı kronikçilerle kayda alınan bu aziz milletimizin hürriyeti hususundaki azim ve kararlılığı hiçbir dünyevi unsurla ölçülemez, bir an için bile olsa gaflet ile yabana atılamaz.
İşte 15 Temmuz Direnişi de öncekiler gibi kendi zaman ve maddi unsurlarını aşarak çağlar ötesine hitap eden ve millete yol gösteren kutlu bir destandır, kulaklarımızdan asla silinmeyecek bir direniş melodisidir.
İstiklâl Marşı’mızın kabulünün 100. senesinin mânâ ve ehemmiyetini idrak ettiğimiz 2021’de anlamını daha iyi kavrıyor. Bu vesile ile millî marşımızın vurgu yaptığı en önemli iki husus, milli birlik ve istiklal kavramlarıdır. “Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.” ifadeleriyle milletin ezelden beri hür yaşadığı, esaret zincirini vurmanın mümkün olmadığı, coşkun ve kükremiş seller gibi önüne çıkan her engeli -ki başında esaret gelir, yıkıp aşacağı ve enginlere, geniş düzlüklere, dağ silsilelerine sığmayan milletin küçücük bir kara parçasında mahpus edilemeyeceği vurgulanır. Nitekim Millî Mücadele sürerken Mustafa Kemal Paşa, “Savunma hattı yoktur, savunma sathı vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.” diyerek millî varlığımızın dayanağı olan istiklâlimizin kaynağını ifade etmiş olmaktadır.
Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.”
Bu kutlu gecenin yıl dönümünde sözlerimi İstiklâl Marşımızın şu dizeleriyle tamamlamak istiyor, aziz şehitlerimizin huzur-ı âlilerinde saygıyla eğiliyorum:
“Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!”